Türkce | ZonêMa/Kirmancki |
1) cesur, yiğit kimse 2) dikkatli, özenli, uyanık 3) Haydar, bir erkek ismi 4) halife Ali'nin lakabı | Heyder (Haydar) [e., sıf.] [din. → 4] [Ar.] |
1) cibilliyet, yaradılış (bir kimsede doğuştan bulunan vücut ve ruh özelliklerinin tümü, mizaç, huy, tıynet, cibilliyet) 2) bir şeyin yaratılırken kazanmış olduğu özellikler bakımından durumu, fıtrat, hilkat | cıbiliyet [e.] [Ar.] |
1) cilveli, nazlı, hoş, yapısı ince, narin, nazlı büyütülmüş 2) Nazenin, bir kız ismi | Nazenıne [d.] [Far.] |
1) civciv 2) yavrucağız, çocukcağız | leyrık (lorık, leyrê çuçıke) [e.] [zool.] (1) |
1) cop, kalın, kısa değnek 2) polislerin kullandığı genellikle lastikten yapılan sopa | cop (Gımgım: jop) [Far.] |
1) cömertlik 2) yücelik, ululuk, büyüklük | comerdêni |
1) dışkı 2) ishal | riye |
1) dağ 2) oğlakların barındığı yer | ko [e.] |
1) dağıtmak, yaymak 2) bölüşmek | vıla kerdene |
1) daha iri kıyılmış saman çeşidi, ot samanı 2) hayvan yemi | çês (kês) [e.] (1) |
1) daire, çember 2) çizgi, hat, hat çizgi | şurrıke (şurre, surre) [d.] [Akad.] (1) |
1) daire/çember çekmek 2) çizgi çekmek | şurre ontene (surre ontene) |
1) daireli, çemberli 2) çizgili | şurrıkın (şurrkın) [sıf.] (1) |
1) dal 2) bir kız ismi | Lızge [d.] |
1) dal 2) uç, zirve | gıl (gılê koy - dağ zirvesi) |
1) dalga 2) yayın (radyo, TV vs. yayını) | phêl |
1) damat 2) enişte 3) kayınbirader 4) bacanak | zama [e.] |
1) dar (1) genişliği az veya yetersiz olan, ensiz, mikro 2) az, elverişsiz, sınırlı 3) sıkıntılı 4) içine alacağı şeye oranla ölçüleri yetersiz olan, geniş ve bol karşıtı) 2) binek hayvanların kolanı | teng [sıf.] [Far.] |
1) davet, çağrı, çağırma 2) yemekli toplantı | dawet (dewet) [Ar.] (2) |
1) dayamak, yaslamak 2) -e uzatmak, -e yöneltip uzatmak | era cı dayene (dan- ra cı, da- ra cı, era cı d- ) [f.] |
1) değirmen taşı 2) Eskiden Dersim’de Halvori’lerin değirmeni. Dersim katliamında burası “Halvori katliamı” olarak biliniyor. Halvori köylüleri bu taşın üzerinde katledilirler. Buradan cesetleri Munzur nehrine atılır. | kemera arêye [tar. → 2] |
1) değnek, asa 2) çubuk (uzun ağızlık) 3) esnek agaç filizi (kısa, bir metrelik) | uşire [d.] |
1) dedi ki "bu yaz oraya geliyorum", ve bizden yardım istedi 2) bu yaz buraya geleceğini söyleyip bizden yardım istedi | va ke "emser amnani yon uca", u ma ra yardım waşt |
1) delik deşik 2) paramparça 3) yırtık pırtık | çarr u virr |
1) delik deşik etmek 2) paramparça etmek 3) yırtık pırtık etmek | çarr u virr kerdene |
1) delik deşik olmak 2) paramparça olmak 3) yırtık pırtık olmak | çarr u virr biyayene |
1) delikli, genellikle yuvarlak biçimli mutfak kabı, kevgir, süzgeç, filtre 2) uzun saplı yayvan ve delikli kepçe | kewgure [d.] [Far.] |
1) demir (Atom numarası 26, simgesi Fe) 2) bir erkek ismi | asın (Fe) [e.] [kimya] |
1) deniz, büyük nehir 2) bilgili kimse 3) bir şeyin bol olduğu yer 4) bir kız ismi | Derya [e.] [Far. → Orta Far. → Avesta] |
1) deri 2) tulum | postık (poste) (postıkê bıze - keçi tulumu) [e.] (2) |