Türkce | ZonêMa/Kirmancki |
1) deri 2) tulum | postık (poste) (postıkê bıze - keçi tulumu) [e.] (2) |
1) deriden yapılmış ip yerine kullanılan dikiş malzemesi 2) dayanıklı, elastiki sağlamlık, kopmayan şey | şirım |
1) derle! topla! 2) (hayvanları) sür! | arê bıke! (arê de!) |
1) derviş 2) kutsal 3) bir erkek ismi | Dewrêş (Dewrês) [e.] [sıf.] [din.] [Far. → Orta Far. → Avesta (Zend)] |
1) dervişler Diyarı 2) zonê ma/kırmancki konuşulan coğrafyaya „kutsallık“ addetme, "atalarının yurdu" | hardo Dewrêş (Dewrês) [din.] |
1) dev, birçok farklı kültürün efsane, folklor ve mitolojisinde, masallarında yer alan bir doğaüstü yaratık (korkunç, çok iri ve olağanüstü güçlü) 2) olağanüstü irilikte olan 3) mecaz: çok büyük, çok önemli | dêv [sıf. → 2,3] [mit.] [Far. → Orta Far. → Eski Far. → Avesta daēva] |
1) dikkat 2) bir erkek ismi | Hadar [e.] |
1) Dinar, Bahreyn, Cezayir, Irak, Karadağ, Kuveyt, Libya, Sırbistan, Tunus, Ürdün, eski Yugoslavya'da kullanılan para birimi 2) altın liranın yaklaşık dörtte biri değerinde olan eski bir para | Dinar [e.] [Aram./Süry. → Lat.] |
1) dingil, ekerleklerin merkezinden geçen ve taşıtın altına enlemesine yerleştirilmiş mil, eksen, aks 2) aptal, salak 3) kaba, saba | dingıle [sıf. → 2,3] |
1) dini lider 2) yaşlı, koca, ihtiyar kimse 3) adamakıllı, iyice 4) herhangi bir konuda, bir meslekte deneyim kazanmış, eskimiş kimse, guru | pir [e.] [din.] [Far. → Orta Far.] |
1) diyar, ülke 2) karşı taraf, üst, zirve | diyar [Ar.] |
1) doğru olmak, gerçek olmak 2) düzelmek 3) yolculanmak, yola koyulmak 4) yerinde doğrulmak | raşt biyene |
1) doğru, geçerli 2) sağ | raşt (rast) [sıf.] [Far.] |
1) doğrultmak 2) düzeltmek 3) gerçekleştirmek 4) yolcu etmek, uğurlamak | raşt kerdene (ken- raşt, kerd- raşt, raşt ker-) |
1) doldurmak 2) dikmek 3) arasına koymak | dekerdene (ken- de, kerd- de, deker- ) [f.] |
1) domuz 2) yaramaz, haylaz 3) katı yürekli, kötü düşünen, gaddar 4) kurnaz, içten pazarlıklı olan 5) şaka yollu söylenen bir söz | xınzır [e.] [zool. → 1] [Aram./Süry. → Akat.] |
1) domuz gibi büyük hayvanların burnu 2) büyük burunlu | fırne [zool.] |
1) Duzgın Bava (türkçe: Düzgün Baba), Kureyş’in oğlu Duzgın, doğruluğun ve dürüstlüğün koruyucusu, aynı zamanda anlaşmazlıkları çözümleyip bir nevi "iç barışı" sağlayan mitolojik karakter. 2) Nazımiye'de Kıl köyü yakınında bir dağ. Duzgın Bava’nın mekân tutup sır olduğu dağ. İnanışa göre Kemerê Duzgıni (Duzgı kayası), Bımbarek (Mübarek) ya da Kemerê Bımbareki (Mübarek kaya) olarak adlandırılan bu dağın zirvesinde kaybolmuş. Bir dizi ritüelin yerine getirildiği bir ziyaretgâh. Yüksek dağın eteğinde cemevi kurulmuş. Kayalığın dibindeki yere Kirve (Kewra) denir, burada kurban kesilir. Patika yoldan yukarıya doğru gidildikçe kayalığın arasında bir geçiş kapısı bulunur, buna Çêverê Duzgın Bavay denir. Dileklerin gerçekleşmesi için burada renkli bezler taşlara bağlanır yada küçük taşlar konulur, ziyaret yeri öpülür, çıra yada mum yakılır, dua edilir, az miktarda para bırakılır. Misafirler evlerine teberrük götürür. Düz ve dik bir kayalık üzerinde oyulmuş yer Duzgın Bava’nın kol izi olarak belirtilir, burada da kurban kesilebilir. Kayalığın en yüksek tepesinde Duzgın Bava’nın türbesi (mezarı) bulunur, mum yakılır, dua edilir. | Bava Duzgı (Şah Haydar, Duzgın Bava) [e.] [din.] [mit.] |
1) dökmek 2) parçalara ayrışmak, çözüp parça haline getirmek 3) heder olmak, karşılığını alamama, boşa gitme, ziyan olma | çırç biyayene (çırç ben-, çırç biya-, çırç -b- ), çarç biyayene [f.] |
1) dövsün 2) girsin | bıkuyo [e./d.] (1) a wayê xo bıkuyo - o ablasını dövsün 2) a wazena ke bıkuyo klubê spori - o istiyor ki spor klübüne girsin/o spor klübüne girmek istiyor) |
1) dövüşmek, kavga etmek, savaşmak (karşı) 2) hepsini vermek, tümünü vermek | pêrodayene (dan- pêro, da- pêro, pêrod- ) [f.] |
1) düğüm 2) yumru | gıre |
1) düğün 2) kardeş eşi | veyve [e.] |
1) dün dedi ki "ben pikniğe gidiyorum" 2) pikniğe gideceğini dün söyledi | vızêri va ke "ez ş,on piknik" |
1) dünya 2) bir kız ismi | Dina (Sinya) (dınya, düna) [d.] [astron.] [Ar.] (1) |
1) dünya, felek 2) zaman 3) talih, yazgı 2) Devran, bir erkek ismi | dewran [e.] [Ar.] |
1) dürtmek, itmek 2) yakalamak, tutmak | pırakuyıtene (kuynen- pıra, kuyıt- pıra, pırakuy- ), pırakuyayene [f.] |
1) düz yol 2) o yan, bu yan, şu yan | vırarde [e.] |
1) düz yolda gitmek 2) o yana gitmek, bu yana gitmek, şu yana gitmek | vırarde şiyayene |
1) ediyor, eyliyor, yapıyor 2) uğraşıyor, çalışıyor, çabalıyor | keno |