Türkce | ZonêMa/Kirmancki |
1) onlar oldular 2) onlardılar | ê (i) biy (biyaey) |
1) onlar sürüyorlar (taşıt, hayvan, tarla, toprak, harman, çift...) 2) onlar ekiyorlar, onlar tohum ekiyorlar (sebze ve meyve) 3) onlar olmaya devam ediyorlar, onlar sürdürüyorlar | ê (i) ramenê |
1) onlar tahmin edebiliyorlar 2) onlar şüphelenebiliyorlar, onlar kuşkulanabiliyorlar | ê (i) şikinê guman bıkerê |
1) onlar yayabilirlerdi/yayabileceklerdi 2) onlar dağıtabilirlerdi/dağıtabileceklerdi | ê (i) şikiyenê vıla kerê |
1) onlar yedi mi? 2) onlar mı yedi? | ine werd? |
1) onları görelim 2) onları bulalım | inu (inê, inan) bıvênime |
1) onlar, şunlar 2) o, şu 3) -inki, -ıncı, -üncü | ê (i) (1) |
1) onu, ona, onun (şahıs zamiri, dolaylı obje, genitif hâl) 2) fiil eki (yerine, içine anlamında) | cı [e./d.] [gram.] |
1) orada 2) o yan 3) o taraf 4) ötede | dot |
1) orada, içinde, onun içine 2) birlikte, beraberinde 3) kendisiyle, onunla, onda | tey [sıf.] |
1) orta, boşluk 2) zor durum, çıkmaz | alange |
1) ortada kalmak, boşlukta kalmak 2) zor durumda kalmak, çıkmazda olmak | alange de mendene |
1) oruç açma, oruç bozma 2) iftar vakti 3) ramazanda akşam yemeği | iftar [Ar.] |
1) otlak, çayır, yayla 2) çayır/yaylada ev | ware [e.] |
1) otogar 2) kırsal alan | qeraz [e.] (2) |
1) otomotiv, otomobile ilişkin 2) kendiliğinden hareket edebilen | otomotiv, tomotiv [Fr./İng.] |
1) Ovacık, Pülümür sınırında, Ovacığın son köyüdür. Şıxhesunu aşiret federasyonu, Seydu koluna bağlıdır. 1937/38 döneminde Aşiret reisi, dewa Pile ra Uşen Ağaê Sose ve Ali Ağaê Hemedê Torni’dir, Erzincan, Gırnawu de ise 1920 de,1. Dönem Erzincan mebusu Hüseyin Bey’dir ( Hüseyin Aksu). Daha eski dönemlerde ise aşiret reisi Seydali Ağa, onun daha öncesinde ise Murse (Murşe) Ağa’dır. 2) Erzincan'da (Xormek aşireti). | Dewa Pile |
1) oval, beyzi, elips biçiminde 2) fışkır(t)ma, püskür(t)me 3) toprak aktarmaya veya işlemeye yarayan bir tarım aracı, dürü | bel [sıf. → 1] |
1) ovülmeye layık, övülmüş 2) Ahmet, bir erkek ismi | Ehmed (Hemed) [e.] [Ar.] |
1) oynatmak, dans ettirmek 2) çınlatmak, çalmak | reqesnayene (reqesnen-, reqesna-, -reqesn- ) |
1) pamuk ipliğinden dokunmuş ince havlu 2) yemek yerken kullanılan, el kurulanan, büyük mendil biçiminde pamuk veya keten bez, peçete | pêşkire (pêskıre) [d.] [Far.] |
1) pansiyon, otele çevrilmiş, kiraya verilen, isteğe göre yemek de veren ev 2) ödeme ücret | penziyon [Fr. → Lat.] |
1) parça 2) sıçrama 3) fırlama 4) sürünme | çiv [e.] |
1) pas 2) karamsı bir taş, yassı şeklinde bir taş yatağı | kerre [e.] |
1) paslı, üzerinde pas oluşmuş, pas tutmuş, paslanmış 2) hastalık dolayısıyla beyaz tabakayla kaplanmış, dil pası | kerrın [sıf.] [tıbbi → 2] |
1) patlamak, taklamak 2) kıskanmak, günülemek, haset etmek (çekememek) 3) öfkelenmek | teqayene (teqen-, teqa-, -teq- ) [f.] |
1) patlatmak, taklatmak 2) kıskandırmak 3) öfkelendirmek | teqnayene (teqnen-, teqna-, -teqn- ) [f.] |
1) pazar 2) pazar, çarşı, pazar yeri | bazar (bacar) (kılm: baz., khan: vacar → 2) [e.] [Far.] (2) |
1) pehlivan, yiğit, cesur 2) bir kız ismi | Nerimane [d.] [Far.] |
1) pembe 2) pamuk | pembe [sıf.] [Far. → Orta Far.] |